+ Link
+ Link
+ Link
+ Link
+ Link
+ Link


+ Link
+ Link
+ Link
+ Link
+ Link
+ Link


+ Link
+ Link
+ Link
+ Link


+ Link
+ Link
+ Link
+ Link


+ Link
+ Link
+ Link
+ Link
+ Link



+ Link
+ Link
+ Link
+ Link
+ Link


 
+ Link
+ Link
+ Link
+ Link
+ Link
 



News and Updates Goes Here!







News and Updates Goes Here!







News and Updates Goes Here!





Template Supplied by: WebDesignHelper.co.uk

bozkurtlarin sayfasi

Yeni türk devletinin kurulusu 8

b-Millî Bağımsızlık(İstiklâl-i tam) :
Siyasî anlamda bağımsızlık, bir başka devlete veya milletler arası herhangi bir kuruluşa bağlı bulunmamak demektir. Millî Bağımsızlık, milletin bu fikri benimsemesi ve amaç edinmesiyle ortaya çıkar. Türk milleti için "bağımsızlık" ise vazgeçilemeyecek, taviz verilemeyecek bir karakteridir.
Mustafa Kemal Paşa'nın bağımsızlık anlayışı kayıtsız ve şartsız bir şekilde bağımsızlıktır:
"İstiklal-i tam, denildiği zaman, bittabi siyasî, malî, iktisadî, adlî, askerî, harsî ve ilah her hususta İstiklâl-i tam ve serbest-i tam demektir. Bu saydıklarımın herhangi birinde istiklâlden mahrumiyet,millet ve memleketin mana-yı hakikisiyle bütün istiklâlin mahrumiyeti demektir".
"İstiklâl-i tam, bizim bugün tercih ettiğimiz vazifenin ruh-ı aslisidir. Bu vazife, bütün millete ve tarihe karşı tercih de edilmiştir".
Batının emperyalist devletlerine karşı girişilen Millî Mücadele Hareketi'nin temelinde Türk milletinin bağımsızlığını kazanma arzusu yatar. Anadolu Kongrelerinde "Milletin bağımsızlığından vazgeçilmediği ve vazgeçilmeyeceği" esası kabul edilmiştir. Bu esas ile kurulan yeni Türk devleti milletler arası hayatta yerini Lozan Barış Antlaşması ile almış ve kazandığı Millî Mücadele zaferi, milletler arası bakımından da bu antlaşma ile teyit edilmiştir.
Misak-ı Millî'nin öngördüğü tam bağımsızlık fikrinin askerî ve siyasî başarılar neticesinde elde edilmesiyle Türkiye Cumhuriyeti Devleti,bağımsızlık anlayışımızın korunması ile ilelebet yaşayacaktır.
c-Millî Birlik:
"Millî birlik ve beraberlik, milletçe, bir arada yaşamayı ve bütünlüğü ifade eder. Millî birlik ve beraberlik, Türk devletini oluşturan kişilerin karşılıklı sevgi ve saygı ile birbirine bağlanmasını, ortak amaçlara yönelik olarak varlığını devam ettirmesini belirtir.
Millî birlik ve beraberlik, milliyetçilik ilkesinin doğal bir sonucu, milliyetçilik ilkesinin öngördüğü ortak amaçların bir görünümüdür. Millî birlik ve beraberlik, milletçe birliği ve beraberliği ve bütünlüğü de ifade ettiğinden millî devletin bir yönden de gerçekleşme vasıtasıdır".
Mustafa Kemal Paşa, millî birliğin taşıdığı anlamı şu şekilde ifade etmiştir:
"Bir yurdun en değerli varlığı, yurttaşlar arasında ulusal birlik, iyi geçinme ve çalışkanlık duygusu ve kabiliyetlerinin olgunluğudur. Ulus varlığını ve yurt erginliğini korumak için bütün yurttaşların canını ve her şeyini derhâl ortaya koymaya karar vermiş olmak, bir ulusun en yenilmez silâhı ve korunma vasıtasıdır. Bu sebeple Türk ulusunun idaresinde ve korunmasında ulusal birlik,ulusal duygu,ulusal kültür en yüksekte göz diktiğimiz idealdir".
"Seneler geçtikçe, millî ideal verimleri güvenli çalışmada, ilerleme hevesinde millî birlik ve millî irade şeklinde daha iyi gözlere çarpmaktadır. Bu bizim için çok önemlidir; çünkü, biz, esasen millî mevcudiyetin temelini, millî şuurda ve millî birlikte görmekteyiz".
Görüldüğü gibi Mustafa Kemal Paşa, yeni kurduğu devletin de ancak bütün fertleri ile birlikte modernleşmenin gerçekleştirilebileceğini daima vurgulamıştır.
Bunun yanında millet bilincinin ve millet olma duygusunun kuvvetlenmesi ise ancak Türk kültürünün, Türk tarihinin millî bir zemine oturtulmasının gerçekleştirilmesi ile başarıya ulaşacağına inanmaktadır. O'na göre Türkiye Cumhuriyeti'nin temeli kültürdür.
Millî birliğin gerçekleşmesi için Türkiye Cumhuriyeti Devleti çatısı altında toplanan insanların önce ne oldukları bilincine varmaları, hangi ortak kültürden geldiklerini bilmeleri lazımdır. Bugün, Türkiye Cumhuriyeti'nin tüm vatandaşları; hangi ırktan, hangi dinden, hangi mezhepten gelirse gelsin birlik ve bütünlük içinde hepsi Türk'tür. Bu anlayış ise Türk milliyetçiliğinin temelini oluşturur.
d-Atatürk İlkeleri
Cumhuriyetçilik; Cumhuriyet kelimesi dilimize Arapça "Cumhur" kelimesinden girmiştir. Bu kelime halk, ahali, büyük kalabalık anlamına gelir. Cumhuriyet veya cumhurî devlet iktidarın millete, umuma ait olduğunu öngören devlet şekli demektir.
Cumhuriyet dar ve geniş anlamda kullanılır. Geniş anlamda cumhuriyetle egemenlik topluluğunun bütününe, millete aittir. Dar anlamda cumhuriyet ise sadece devlet başkanının doğrudan doğruya veya dolaylı olarak halk tarafından belirli bir süre için seçilmesi anlamına gelir.
Türkiye'de Cumhuriyet, Millî Egemenlik ilkesinin benimsenmesinin bir neticesi olarak 1921 Teşkilât-ı Esasiye Kanunu'nda yapılan 29 Ekim 1923 tarihli değişiklik sadece yönetim biçimi olarak kabul edilmiştir.1924,1961 ve 1982 anayasalarımızda da bir yönetim biçimi olarak ta kabul edilmiştir.
Atatürk'ün, Cumhuriyeti devletin siyasî bir rejimi olarak seçmesinin en önemli nedeni; Türkiye'yi modernleţtirme çabalarına cevap veren tek rejim biçimi olmasıdır. Cumhuriyeti fazilet olarak niteleyen Atatürk, Ekim 1924 tarihli bir konuşmasında Cumhuriyeti şu şekilde tanımlamaktadır: "Türk milletinin tabiat ve şiarına en mutabık olan idare Cumhuriyet idaresidir".
1937'de, 1924 Anayasası'nda yapılan değişiklikle devletin özellikleri arasında "Cumhuriyetçiliğe" de yer verilmiştir.
Cumhuriyetçilik,devletin siyasî rejimi olarak Cumhuriyeti benimseme ve onu fazilet rejimi olarak tanımlama ve değerlendirme demektir.
Cumhuriyetçilik ilkesi, Atatürk'ün devlet anlayışının temellerinden birini oluşturan Millî Egemenlik ilkesiyle çok sıkı ilişki içindedir. Millî Egemenliğin korunması ve gözetilmesi Cumhuriyet rejimi ile mümkündür.
Atatürkçü düşünce sistemi içerisinde değerlendirdiğimiz cumhuriyet ilkesi, fertlerin değil, milletin bütününün benimsediği bir ilkedir ve Türk milletine aittir.
Cumhuriyetçilik ilkesinin öngördüğü Cumhuriyet rejiminin demokrasi ile ilgisi vardır. Hatta Cumhuriyet, demokrasinin en gelişmiş şeklidir. Atatürk de bunu "Cumhuriyet rejimi demek, demokrasi sistemi ile devlet ţekli demektir" diyerek ifade etmiţtir.
Türkiye'de Cumhuriyet cumhuriyetçilik ilkesinde de öngörülen modern anlamda devlet ţekline ulaţma idealine uygun bir geliţme seyri takip etmiţtir.
Türkiye'de Cumhuriyet, ırk, din, dil ve cinsiyet farkı gözetmeksizin, bütün vatandaşların paylaştıkları ve yararlandıkları siyasî rejimin adı olmuştur. Eşitlik ilkesi, Türkiye Cumhuriyeti'nin özünü teşkil etmiştir.
Devlet ţekli Cumhuriyet olan yeni Türk devleti, Misak-ı Millî ile çizilen, Millî sınırların üzerinde millî devlet anlayışını, millet ve devlet birliğini, bütünlüğünü ifade eder.
Bu bütünlüğü Atatürk İzmir'de 14 Ekim 1925'te yaptığı konuşmada şu şekilde değerlendirmiştir: "Bugünkü hükûmetimiz, teşkilât-ı devletimiz doğrudan doğruya milletin kendi kendiliğinden yaptığı bir teşkilat-ı devlet ve hükûmettir ki, onun ismi Cumhuriyettir. Artık hükûmet ile millet arasında mazideki ayrılık kalmamıştır. Hükûmet millettir, millet hükûmettir."
Netice itibarıyla Cumhuriyet,en gelişmiş devlet şekli olarak Türk inkılâbının sonucudur, başarısıdır.
Milliyetçilik; Milliyetçilik, millet gerçeğinden hareket eden bir fikir akımı ve çağımızın en geçerli bir sosyal politika prensibidir. Milliyetçilik, Türk İnkılâbının bir temel prensibi olduğu kadar, Türk milletinin kaderini tayin eden bir temel ilke, bir yüce ülkü, milleti huzur ve refaha yönelten bir bağdır.
Milliyetçilik ilkesi, millet ve milliyet kavramlarına dayandığından bu kavramları anlamak gerekir.
Millet, objektif bir ifade ile "herhangi bir esas etrafında toplanmış insan topluluğu " olarak tarif edilebilir. Etrafında toplanılan bu "esas" insan topluluklarının özelliklerine göre değişiklik arz edebilir. Bu "esas" Fransa'da "kültür", Almanya'da "ırk", Araplarda "dil", ABD'de "tabiiyet" mefhumlarından ibaret olabilir. İnsan topluluklarının millet olabilmesi için bu bağlardan en az birinin etrafında toplanması gerekir.
Buna karşılık bu bağlardan birden fazlası veya hepsiyle birden bağlı topluluklara milliyet ismi verilir. Türkiye Türkleri için bu bağların birden fazla olduğu konusunda ilim adamlarımız arasında görüş birliği vardır. Ancak tespitler farklıdır. Yusuf Akçura bu esasları "dil"ve"soy" olarak ifade eder. Ziya Gökalp ve İ.H. Danişment bu esaslara kültür ve din mefhumlarını da ilâve ederler.
Atatürk'ün milleti tarifi ise şöyledir: "Millet, dil, kültür ve mefkure birliği ile birbirine bağlı vatandaşların teşkil ettiği bir siyasî ve içtimai heyettir".
Atatürk, Türk milletini tarif ederken bu tarifi biraz daha açarak, milleti meydana getiren unsurları, siyasî varlıkta birlik, Dil birliği, yurt birliği, ırk ve menşe birliği, tarihî yakınlık ve ahlâkî yakınlık olarak tespit etmektedir. Bu tarif Türk milletinin zengin bir kültür ve medeniyete sahip olduğunu ifade eder.
Milliyetçilik, kişiyi, topluluğu bağlayan bağ olarak "Milliyet, vatandaşlık, milliyet duygusu" şeklinde de ifade edilmektedir. Ancak, milletle, milliyetçilik arasında fark vardır. Milliyet, bir millete mensup olma, bir millete bağlı olma hâlidir. Milliyetçilik ise, bir millete mensup kişilerin, mensup oldukları millete karşı besledikleri bağlılık duygusu ve şuurudur.
Kişinin mensup olduğu kitleye karşı duyduğu bağlılık, hissi, millet duygusunu esasını, kökünü teşkil etmektedir.
Atatürk'ün milliyetçilik anlayışı, özellikle Türk milletinin birliği ile beraberliğine yer ve değer vermektir. Atatürk'ün milliyetçilik anlayışı birleştirici ve toplayıcı nitelikte ve millet yararınadır. Bu anlayış Türk milleti gerçeğinden hareket eder ve ona dayanır. Gerçeğe dönüktür. Türk milletinin yükselme ve çağdaş milletlere ulaşma ülküsünü ifade eder. Türk milletini meydana getiren değerleri korumayı esas alır.
Milliyetçiliği, millet sevgisi, millete güvenme aşkı olarak kabul eden Atatürk, genç nesillerin mutlaka bu duygu ve düşünceyle yetişmesini istemiştir. O, İstiklâl Harbi'ni ve inkılâplarını, bu büyük millî hisle başarmıştır.
Atatürk milliyetçiliği, hürriyete ve insan şahsiyetine değer verir. Zaten gerçek milliyetçilik, medeniliğin özü olan hürriyetten doğar. Hür olmayan, esarete razı olan bir toplumda millî ruh gelişmez. Bu inanışın temeli şudur: "Türk için Türklük, hür olduğu nisbette kuvvetlidir ve kuvvetli kalacaktır.
Atatürk'ün milliyetçilik anlayışı eşitlikçidir, eşitlik fikrine dayanır, bu anlayışın kaynağı ise "Millî hâkimiyet" tir. Demokrasiyi hedef alır ve buna ulaşmanın ilk aşamasını "Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir" ilkesinin kabulü ve uygulanmasıyla mümkün görür.
"Bize milliyetçi derler, fakat biz öyle milliyetçileriz ki bizimle iş birliği eden bütün milletlere hürmet ve riayet ederiz. Onların bütün milliyetlerinin gerçeklerini tanırız. Bizim milliyetçiliğimiz herhalde bencil ve mağrurane bir milliyetçilik değildir." Atatürk bu sözleriyle milliyetçiliğimizin milletlerarası ilişkilerde barıţçı ve diğer milletlere saygılı bir anlam taşıdığını ifade etmektedir.
Milliyetçilik akılcı, yapıcı, yaratıcı ve idealisttir. Bu özelliklere sahip olan Türk milliyetçiliği modern anlayışı ifade eder. Modern manadaki bu anlayışın başlangıcı bağımsızlık, sonucu ise demokrasidir.
Türk milliyetçiliği bir inanç, bir duygudur. O inanç ve duygunun içinde vatanın bütünlüğü esası vardır. Sosyal ve kültürel faaliyetlerle oluşan ruhsal bir bağdır. Sınıfsız ve imtiyazsız bir toplumu ifade eden bu bağ geçmişte ve gelecekte heyecanını daima hissettiren bir mefkûredir.
Atatürk, bu mefkûreyi millet gerçeğine dayandırarak 22 Mayıs 1919 tarihli raporunda şu şekilde ifade etmiştir: "Millet, millî hâkimiyet esasını ve Türk milliyetçiliğini kabul etmiştir. Bunu gerçekleştirmeye çalışacaktır".
Atatürk'e göre milliyetçilik bir ırkçılık değil,bir vicdan ve duygu işidir. İnsan haklarına ve hürriyete dayanan,kültürel değerlere kıymet veren bir sistemdir.
Halkçılık; Dilimizde kullanılan halk deyiminin anlamı,insan topluluğudur. Eski dilde "ahali" kelimesiyle aynı manayı ifade eder. Osmanlı Devleti'nde halk deyimi aydın zümrenin dışında kalan insan topluluğunu ifade ediyordu. İlk defa Ziya Gökalp tarafından "halk"ın Türk milletini ifade ettiği savunulmuştur. Atatürk ile de millî şuurumuza yerleţmiţtir.
Türk devlet geleneğine göre devlet halk için vardır. Halka hizmet, halkın korunması ve halkın doyurulması için mevcut bir idari yapıdır. Halkın taşıdığı bu mana Osmanlı Devleti'nin son döneminde unutulmaya yüz tutmuş iken hak ettiği ifade ve önemi Türk İnkılâbı ile tekrar kazanmıştır.
Türk inkılâbının anlayışına göre halk ile millet arasında bir birlik,bir eş değerlik vardır. Ancak halk milletin henüz dayanışma duygusu ile bilinçlenmemiş hâlidir. Halk dediğimiz insan topluluğunun belirli hedeflere yönelerek bilinçlenmesiyle millet ortaya çıkar.
Türk halkı, Türk devletinin beşerî unsurunu oluşturur. Türk milleti, Türk halkının Türklük bilinci içinde gelişmesiyle siyasî ve sosyal alanda değer kazanmasıdır. Türk milleti halklardan teşekkül etmiş değildir. Bunun sonucu olarak Türk devletinin beşeri unsurunu halklar meydana getirmez. Türk halkı şehirlisi, köylüsü ile din ve ırk farkı dahi gözetilmeksizin vatandaşların bütününü ifade eder.
Halkçılık, milliyetçilik fikrinin bir sonucudur. Gerçek anlamda milliyetçilik, halkçılığa dayanır, halkçı bir özellik taşır.
"Türkiye halkı asırlardan beri hür ve bağımsız yaşamış ve bağımsızlığı yaşama gereği saymış bir kavmin kahraman evlatlarıdır. Bu millet bağımsızlıktan uzak yaşamamıştır, yaşayamaz ve yaşamayacaktır" sözleriyle Atatürk halkçılık anlayışının sömürü düzenine karşı olduğunu ifade etmiştir.
Atatürk'ün, halkçılık anlayışında, insan topluluğunun demokratik esaslara göre birleşmiş, hür bir toplum düzeni öngörülmüştür. Bu düzende halk kendisini demokratik esaslara göre yönetir. Siyasî rejim, halk yararına kullanılır.
Modern Cumhuriyet Türkiye'sinde Atatürk'e göre halkçılık:
a-)Demokratlık
b-)Fertler arasında imtiyaz tanımamak
c-)Sınıf mücadelelerini kabul etmemektir.
Devletçilik; Atatürk inkılâpları çerçevesinde incelendiğinde devletçiliğin dar ve geniş anlamda iki manayı ifade ettiğini görmekteyiz. Geniş anlamda ele alındığında Türkiye'de uygulanan ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmanın özelliklerin ortaya koyan bir politik uygulamadır. Dar anlamda ise özel teşebbüse yer veren ekonomik prensiplere sahip iktisadî alandaki uygulamalardır. Ancak, Türkiye'de devletçiliğin asıl uygulamaları ekonomide görüldüğünden,devletçilik ekonomik manayı ifade etmiştir.
Türkiye'de devletçilik,karma ekonomi şeklinde gelişme göstermiştir. Karma ekonomi devlet işletmeciliği ile özel teşebbüsün bir arada bulunması demektir. Ancak bu anlayış ekonomide katı bir devletçiliğin uygulanmasını ifade etmez.
Atatürk, Devletçiliği: "Türkiye'nin ihtiyaçlarından doğmuş ve Türkiye'ye has bir sistemdir...Kişinin çalışmasını esas almakla beraber, mümkün olduğu kadar az zaman içinde, milleti refaha kavuşturmak ve memleketi geliştirmek için, milletin genel ve yüksek menfaatlerinin icap ettirdiği işlerde özellikle ekonomik alanda devleti fiilen alakadar etmek mühim esaslarımızdandır" şeklinde tarif etmektedir.
Atatürk devletçilikle devleti, ekonomik hayatı destekleyen bir güç olarak düşünmüştür. Devlet yatırımcıya, üreticiye, dağıtımcıya, tüketiciye yön vermek ve bu tür konuları denetlemekle yükümlüdür.
Atatürk, devletçiliği tamamıyla demokrasi ve hürriyet rejimi içinde değerlendirmiş, devletin iktisadî sahada rehberliğini ön plânda tutmuştur. Ancak bu rehberlik her şeyi devlet yapar anlamında değildir.
Atatürk, 1936 yılında devletçilik konusunda şunları söylüyor: "Devletçiliğin bizce manası şudur : Fertlerin hususi teşebbüslerini ve şahsî faaliyetlerini esas tutmak;fakat büyük bir milletin ve geniş bir memleketin bütün ihtiyaçlarını ve çok şeylerin yapılmadığını göz önünde tutarak memleket iktisadîyatını devletin içine almak"
"Devletçilik bilhassa sosyal, ahlaksal ve ulusaldır. Devlet ve fert (özel teşebbüs) birbirine karşıt değil, birbirinin tamamlayıcısıdır".
Görüldüğü gibi Atatürk ekonomik kalkınmanın temelinde "ferdî teşebbüs ve menfaatin" bulunmasın doğal bir olgu olarak kabul etmektedir. Ferdin teşebbüsünün ekonomik faaliyetine sınır çizilmesini,hükûmetin görevi saymakla birlikte,bu sınırın zaman içinde değişebileceğini düşünmektedir.
Lâiklik; Lâik kelimesi latince-laicus- aslından alınmış Fransızca bir kelimedir. Fransızca'da -laic, laique- şeklinde kullanılmıştır. Manası ise ruhanî olmayan kimse, dinî olmayan şey, fikir, müessese, prensip demektir. Katolik dünyasında din adamlarından meydana gelen ruhaniler sınıfına -Clerge- adı verilmiş, bu sınıfa dahil olmayan Hristiyanlara ise -laic- denilmiştir.
Lâik olma, "dünya işlerinin,din işlerinden, dini otoriteden ayrı olarak ele alma" şekliyle tarif edilmektedir. Bugün hukukî manada lâiklik; devlet ile din işlerinin ayrılığı, devletin vicdan hürriyetinin gerçekleşmesinde tarafsız kalmasıdır. Değişik bir ifadeyle; devletin Allah ile kul arasından çekilmesi ve dinin de devlet işlerine karışmaması yani akıl ile imanın yetki alanlarının birbirinden ayrılmasıdır.
Lâiklik kelimesi bize ilk defa Meşrutiyet dönemine "lâdini", "lâruhbani" şekliyle girmiş ve kullanılmıştır. Ancak lâik kelimesi ifade edilmeksizin bu anlayışın bugünkü modern manada olmasa da Türklerde mevcut olduğu söylenebilir. Günümüzdeki lâik kelimesinin ifade ettiği modern manaya kavuşması,Tanzimat'la birlikte başlar. Gülhane Hattı Hümayunu'nda din ve mezhep hürriyeti öngörülmüş, 1876 "Kanun-i Esasi"nin on birinci maddesiyle lâikliğe doğru yöneliş, anayasa teminatı altına alınmıştır. 1909 tarihli Kanun-u Esasi ile bu durum aynı şekilde muhafaza edilmiştir. Yeni Türk Devleti.1921 tarihli "Teşkilât-ı Esasiye Kanunu"nda millî hâkimiyet ilkesi ön plânda tutulmak suretiyle lâiklik anlayışının gerçekleşmesinde bir adım daha atılmıştır. Nihayet gerek Osmanlı Devleti anayasalarında,gerekse yeni Türk Devleti'nin 1921,1924 anayasalarında mevcudiyetini muhafaza eden "devletin dini İslâm'dır" ibaresi 10 Nisan 1928 tarihli 1222 sayılı kanunla yapılan bir anayasa değişikliği ile kaldırılmış, 5 Şubat 1937 tarih ve 3115 sayılı kanunla "lâiklik" bir anayasa ilkesi olarak yerini almıştır.
Atatürk'ün gerçekleştirdiği inkılâpların temelini teşkil eden lâiklik, Türk milletinin maddî, manevî ve fikrî yapısını modernleştirme istikametine yöneltmiştir.
Lâiklik prensibi,kongreler döneminden itibaren ortaya çıkan Millî hâkimiyet prensibinin normal bir gereği olarak yeni Türk Devletinin temel prensipleri arasında yerini almıştır.
Atatürk'e göre din bir vicdan meselesidir. Dine saygı, inanan kişinin haklarına saygının bir sonucudur. Buna en güzel delil Atatürk'ün şu sözleridir; "Din bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Düşünüşe ve düşünceye muhalif değiliz. Biz sadece din işlerini devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyoruz".
Türkiye'de devletin lâikleştirilmesi, toplum hayatında lâik değerlere yer verilmesi dinin, devlet hayatında siyasî bir fonksiyon ifa etmesine kesin olarak son verme şeklinde görülmüştür. Siyasî, sosyal, hukukî ve ekonomik zorunluluğun sonucu olan lâiklik, bu nedenle devlet idaresi ile birlikte hukuk, eğitim, dil alanlarını da kapsar.
"Bizim dinimiz en makul ve en tabiî bir dindir. Ve ancak bundan dolayıdır ki son din olmuştur. Bir dinin tabiî olması için akla,fenne,ilme ve mantığa tetabuk etmesi lazımdır. Bizim dinimiz bunlara tamamen mutabıktır".
Atatürk'ün din ve lâiklik anlayışında, millet sevgisi ile birlikte dinine saygılı olma hasletini de görmekteyiz. Onun gerçekleştirdiği Türk inkılâbında lâiklik din aleyhtarlığı şeklinde değil, toplum hayatında din hürriyetinin, serbest düşüncenin güvenilir bir teminatı olarak düşünülmelidir.
İnkılâpçılık; İnkılâpçılık ileriye, gelişmeye yönelik bir manayı ifade eder. İnkılâpçı bir toplum devamlı bir gelişme içerisindedir. Tarihî ve sosyal gelişmeler neticesinde toplumun ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde kurallar koymak inkılâpçı topluma has bir özelliktir.
Atatürk bu amaçla; "Efendiler, yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkılâpların gayesi Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen asrî ve bütün mana ve eşkâli ile medenî bir heyeti ictimaiye hâline isal etmektir" diyerek Türk devletinin ve Türk toplumunun medenî ve insanî yaşayışının gereği, meydana gelen yeni düzenin korunmasını lüzumlu görmüştür.
Türk inkılâbını "Türk milletini son asırlarda geri bırakmış müesseseleri yıkarak yerlerine, milletin en yüksek medeni icaplara göre ilerlemesini temin edecek yeni müessese koymuş olmak" şekliyle tarif eden Atatürk'ün inkılâpcılık anlayışı söz konusu müesseseleri korumak ve savunmaktır.
Toplumsal geliţmelerin sonucu, toplumsal ihtiyaçları karşılayan kurallar konulurken, bilimsel arayış, bilimin ışığı altında gelişmeleri değerlendirme, Türk inkılâbının,inkılâpçılık anlayışının bir gereğidir.
Atatürk'ün inkılâpçılık anlayışının ardında dünya kültür ve medeniyetinden,Türk halkını yararlandırma çabası yatıyordu. Ancak Türk inkılâbı daima Türk'ün karşısına çıkan ihtiyaçlardan doğması nedeni ile bu anlayışın kendisine mahsus bir özelliği vardır.
Atatürk'ün gerçekleştirdiği altı ilke hâlinde toplanan inkılâplar Türk milletinin sosyal ve kültürel oluşumuna o kadar uygun düşüyordu ki,her inkılâp hamlesi milleti ancak bu kadar mutlu kılabilirdi.

sayfa 1.2.3.4. 5. 6.7. 8.



__________________
Bugün 4 ziyaretçi (8 klik) kişi burdaydı!

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol